Geçen hafta Mezopotomya’nın son 25 yılını konu
edinmiştik. İlginçtir, bu bölgede Irak ve Suriye 1916 Sykes & Picot yani
İngiliz & Fransız gizli antlaşmasına göre kuruldu. Biri 1932’den ve diğeri 1946’dan
beri bağımsız olmasına karşın kaderleri bir terör konsorsiyumu (IŞİD) üzerinden
son birkaç yıldır tevhid olmuş gibi.
Kurt, kuzuyu yiyecekmiş; “Suyumu bulandırıyorsun”
demiş. Kuzu; “Ben suyun alt tarafındayım, sen ise üst tarafındasın. Nasıl bulandırabilirim
ki” deyince Kurt; “Olsun, midemi de bulandırıyorsun” demiş. Eski sınırları
cetvelleyen emperyal güçler, eskimeyen alışkanlıklarıyla bölgenin Müslüman
halklarına yeni kaderlerini dayatmak istiyor.
İnsanlık tarihi kadar eski olan Fırat – Dicle Havzası’nın
son bin yıllık kaderi Türklerin elinde idi. Son çeyrek asırda gelinen nokta da
Türkiye’nin karar ve kararsızlığının eseridir. Son tahlilde yeni bir dış
politik okuma olan Stratejik Derinlik, 13 yılımızın ve kırmızı çizgilerimizin
heba olmasına neden olsa da 2015 itibariyle Türkiye Cumhuriyeti tekrar eski
konseptine geri dönmüştür. Fırat Kalkanı Harekâtı’yla ve Musul’daki Koalisyon’a
dahil olma kararlılığıyla da kendine tekrar kırmızı çizgi ihdas etme
çabasındadır.
Suriye sınırımızda başlattığımız Askerî Harekât iki
ayı doldurdu ve Kilis İlimiz kadar arazi IŞİD, PYD gibi terörize unsurlardan
alınarak ÖSO denetimine bırakıldı. Hedeflenen El-Bâb ve Menbiç’in alınmasıyla 5
bin kilometrekarelik bir arazi (Ardahan İli büyüklüğünde) Güvenli Bölge olarak
konuşlandırılacak. Menbiç’ten sonra daha evvel terk ettiğimiz ata - dede mezarı
Süleyman Şah Türbesi arazisinin de tekrar alımı varsa harekât 100 günü
bulabilir. Dikkatli bir şekilde işi hızlandırmakta fayda var. Zira girmek ayrı
bir dert, çıkmak ayrı bir dert.
Musul Operasyonuna katılım için Cumhurbaşkanı ve
Başbakan’ın aşırı gibi gözüken tepkileri de yeni strateji üretmekle alâkalı.
Evet, Kuzey Irak’ın yani Barzanî Kürdistanı’nın kuruluş altyapısında ülke
olarak emeğimiz var. Evet, Kuzey Suriye’de PYD kontrollü bir Kürdistan
oluşumuna da başlarda yeşil ışık yakmıştık. Dış politika profesörü Ahmet
Davutoğlu belki de Federe bir Kürdistan’ın Türkiye’yle konfederasyon
oluşturabileceği düşüncesindeydi. Şimdiyse Irak’ın kuzeyinden başlayan
Akdeniz’e uzanan koridoru Suriye’nin kuzeyinde hançerleyerek kendi
güvenliğimizi esas aldığımızı dosta-düşmana duyuruyoruz.
Musul behemahal IŞİD’den alınacak, orda problem yok.
IŞİD, Musul’u alırken kimler göz yumduysa şimdi onlar yeni bir süreci başlatmak
için geri alacaklardır. Türkiye’nin dahil olma isteği de işte bu süreçle
ilgilidir. Musul eğer Kerkük’ü de elinde bulunduran Barzanî’ye (Peşmerge)
verilirse fiili olarak var olan Kürdistan’ın resmî ilânına geçilebilir. 40’tan
fazla ülkenin fink attığı Irak topraklarında sadece Türkiye için nasırına
basılmış gibi bağıran Ebadî’ye (Merkezî Hükümet) bırakılırsa İran nüfuzu ayyuka
çıkabilir. Musul’un 100 yıl önceki Boğazlar Komisyonu gibi Koalisyon Güçlerinin
elinde ve denetiminde kalması şimdilik en makul yol olarak gözüküyor. Belki bir
ikinci Güvenli Bölge de burada kurulabilir.
Musul’un hemen batısındaki 300 binlik Türkmen şehri
Telafer’in ve Musul’un doğu çıkışındaki Başika’daki Türk Askerî Varlığının
güvenliği de Türkiye’nin ısrar gerekçelerindendir. Hele hele buradan boşaltılacak
IŞİD’çilerin Kuzey Suriye’deki Rakka’ya akması Türkiye’nin oluşturacağı Güvenli
Bölge’yi tekrar IŞİD’le savaş pozisyonuna sokabilir. O yüzden stratejik
hamlenin baştan yapılmasında fayda var.
En azından tekrar eski Millî Güvenlik konseptimize
döndüğümüzü düşünerek rahatlayabiliriz