“Ey iman edenler; cümleten barışa dahil olun! / Yâ
eyyühellezîne âmenû-dhulû fî’s-silmi kâffe!” (Bakara 208)
İslâm
barış dinidir ve bunu en az Müslümanlar bilir. Silm, islam, teslim,
müslim, eslem, selim, selamet vb. hep barış ve esenlikle ilgili kavramlar.
Bizdekilerse dinin adını ve anlamını bilmeden cihad kavramına yönelirler ki onu da paintball oyunu sanırlar
yanlış bir zanla.
Cehd etmek, cihad etmek, mücahede
etmek her zaman ve her yerde barış ve esenlik içinde için çalışmak, çabalamak
demektir. Hır çıkarmak, fitne üretmek ve sağa - sola harp ilan etmek değildir.
Kendini pek mücahid ve çok câhid sayanlara duyurulur.
Sulh
ise anlaşmak, uzlaşmak ve bir müşterekte buluşmak demektir. Sâlihler uzlaşılır ve güvenilir iyi
kimselerdir ki felâha / kurtuluşa erenler de iyi işler (salih amel) çıkaranlardır.
“Yurtta anlaşma, dünyada uzlaşma”
Ömrünün önemli bir kısmı cephelerde
geçmiş bir Osmanlı Paşasının Kurtuluş
(felâh) için yıllarca Müdafaa-i Hukuk (meşru müdafaa)
çizgisinde Millî (milletçe) bir Mücadele (cehd) vererek savaşmasından
sonra Devlet (barış yurdu) kurmuş
bir insan düşünün.
Adı Mustafa
ve Kemal (seçilmiş ve olgun) olsun.
İdareyi soy-sopa değil cumhura (halk) bıraksın. Egemenliği (hâkimiyet) kendini Allah’ın halifesi (Halifetullah) /
yeryüzünde Allah’ın gölgesi
(Zıllullahi fi’l-arz) sayanlardan alsın ve millete (eyyühen-nâs) bıraksın. Sonrasındaki
15 yılın parolası da “Yurtta ve Cihanda
Sulh (barış ve huzur)” olsun.
Kime batar, niye batar? Komşularımızla sulhlaşsak /
anlaşsak ve ülkemizde, sınırlarımızda, çevre coğrafyamızda silmi / barışı tesis
etsek fena mı olur? Kulun vazifesi, Allah’ın rızası bu yönde değil mi? Din bu yüzden câri değil mi? Kur’an bunun için indirilir, Elçi bunun için gönderilir; değil mi?
Atatürk’le alıp veremediğiniz ne biliyorum ama onun her günahını
aldığınızda o cürüm sizin bir tarafınızdan çıkıyor. Başşehrimizde bu kaçıncı patlama? Bu kaçıncı acı? Kaç kişinin daha
hayalleri donacak, kaçının yuvasına gamlar - kederler konacak?
Sınırlarımızın içinde iç savaş kaçkını perişan insanlar.. Yılların sayısal olarak artışı
umutsuzluklarını da arttırıyor. Kimi muşambadan çadırlarda, kimi naylondan
botlarda; karada ve denizde ölüm kol
geziyor.
Güneydoğudaki şehirlerimizi patlamaya
hazır cephanelik haline getirenler halkı canından bezdirmiş durumdalar. Bir
zamanlar Devlet’in / Hükümet’in muhatap alarak şımarttığı terör itleri aylardır yöre insanının
huzurunu gasp etmiş vaziyette.
İçinde bulunduğumuz ahvâl ve şerâit budur.
Savaş çıkar mı, kimle savaşırız; olaylar nereye kadar gider, daha ötesinde
neler görürüz bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki Atatürk’ü milletçe pek anlamamışız. ‘Yurtta Barış, Dünyada Barış’ sözünü de.. Bu sözün Kur’anî özünü de..
“Anlarsam Arap
olayım” der Türkler. Türk mü
kalacağız yoksa Arap mı olacağız, anlama
numarası mı yapacağız yoksa numaradan
mı yaşıyoruz; kimse bilmiyor. Ama barışa ve huzura ne biçim
ihtiyacımız var; işte onu herkes biliyor.
Allah 37 canımıza mağfiret etsin, 71 yaralımızı
şifâyab eylesin. Ailelerine sabır ve
metanet, kendimize de akıl - fikir cesareti
diliyorum.
Encamımız hayrola!