“Hep kahır, hep kahır, hep kahır… Bıktım be!” diyordu Cem Karaca. Ve ekliyordu; “Dur, bırak kalsın; açma televizyonu! & Bana İstanbul’u anlat, nasıldı?”
Sonrasını ise değiştirerek veriyoruz: ‘İnsanlar ölüyordu / Stadyumda (Beşiktaş), otobüste (Ankara, Kızılay),
düğünde (Gaziantep), eylemde
(Suruç), eğlencede (Yılbaşı)..’
Seçilen hedefler metrik ve bir sonraki hamleyle simetrik. Türkiye
içerisinde var olan veya var gibi olan tüm ayrım / ayrılık noktaları gıdıklanıyor,
kaşınıyor. Herkesin kendinden olmayan gurupların sessiz onayı bekleniyor.
Gard almayı bilmeyen boksör gibiyiz.
Ne açıklar vereceğimiz ağzımızdan belli oluyor. Rus Elçiliği’ni protestodan
sonra Rusya Büyükelçisi’ne suikast yapıldı ve Yılbaşı kutlamalarına karşı
kampanyanın ardısıra sosyete diskosundaki Noel eğlencesi kana bulandı.
Yumruk yada eskive bile gerek yok,
çenemizi tutalım yeter. Mahallelerimizdeki klasik alışkanlıkların şekil
üzerinden mal beyanının (inanç, ideoloji, teşekkül) acilen terk edilmesi
gerekiyor.
Üst düzey bir akıl, bizim kolektif akılsızlığımızın üzerine göstere
göstere geliyor. İnsanların emperyalizme karşı olduklarını söylemeleri yeterli
değil yüreklerinin de işgal altında olmaması lazım.
İçkili - danslı Yılbaşı eğlencesinde ölenin acısını içselleştiremeyen
bir kalp Küresel Efendilerin çok sevdiği işletilmeye hazır bir kalptir. Boksörün
açılan kaşı onun zaafıdır; rakip hep aynı yere çalışarak hakem (BM) kararıyla müsabakayı
sonlandırmaya çalışır.
İnsan ömrü bir yaşanmışlıklar kumbarasıdır. Bu dünyada işi biten her
insan iyisiyle - kötüsüyle teşbihen kuyumcu terazisinde tartılır. Ve zerre
miskal haksızlık edilmeyerek..
Elimizde Kurban Bayramından kalma el kantarı; insan deneyimlerini
değil et-butlarını tartıyor ve facebook ortaklarımızla paylaşıyoruz. Hem de
Mizan / terazi Sahibi’nin yerine koyma hadsizliğimizle..
Yolumuz birbirimizi sevmekten geçmiyorsa Muhabbetullah niye var? Aklımız-fikrimiz iyiliklere konsantre olup
zerrecikleri kürre yapmaya kodlanmayacaksa Marifetullah niye var? Ruhumuz kendi
günahlarını başkalarında görmekten ötürü vicdan dalgalarından elektirik
üretmeyecekse bize İlâhi Nefhadan niye üflendi?
İnsanın ‘halife’ olması aslında yeryüzünün kendisine zimmetlenmesidir.
Ve bu ağır sorumluluktan “şu şöyle yapsa, bu böyle yapsa” lakırdılarıyla
sıyrılamaz. Etrafının Cehenneme dönmesine göz yumanlar Cennette
ağırlanacaklarını sanmasınlar.
Bomba, terör, şiddet, cinayet, tecavüz, darp, gasp, dolandırıcılık,
hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, talan, yalan, hile - dolap, hırs - haset, gıybet
- dedikodu, arsızlık, haksızlık, azgınlık, tamahkârlık, vurdumduymazlık, doyumsuzluk
ve cehalet ve dalâlet ve hıyanet aramızda kavramsal olarak yaşayabiliyorsa Silm
(barış ve esenlik) de yoktur Müslüman (barış gönüllüsü, esenlik bildiricisi)
da..
“Bedevîler, ‘inandık’ derler. De ki; siz
imana ermediniz, ‘boyun eğdik’ demeniz daha doğrudur çünkü inanç henüz
kalplerinize girmiş değil.” (Hücurât 14)
“Şu karşıki dağda kar var duman yok / Benim sevdiğimde din var, iman
yok”
Hep sabır, hep
sabır, hep sabır; “Ve’l-Asr!”